Ve...

"Bu" dedi Hititli şişman tüccar gururla "sattıklarım arasında en pahalı en değerli olanı."
Kölesi ayaklarının dibinde siyah deri bir torba ile kare bir kutuya saygıyla baktı ve efendisinin arkasındaki eski yerine geçti. Kutunun kapağını açtı tüccar.
Kül rengi dümdüz bir toprak ve kum karışımı biir yüzey çıktı ortaya. Sonra üzeri leylak rengi şekillerle süslü siyah deri torbadan da altı tane mermerden dantel gibi oyularak yapılma ince gümüş tellerle bezenmiş ve altın parçacıkları ile süslenmiş iki kale, üç piyon ve bir at çıkardı. Bazıları sarı bazıları da siyah mermerdendi.
Altı tane satranç taşı duruyordu karşısında. Olağanüstü güzel ve son derece kıymetli oldukları daha ilk bakışta belli oluyordu. Zayıf genç ışığa doğru uzattı taşları ve nefesinin kesildiğini hissetti.
Bu ne güzellikti. "Peki öteki taşlar" dedi kupkuru bir sesle, mazgallardan süzülen koyu bal rengi akşam güneşinin ışığında. "İlk kez gittiğim bir köyden bunlar" dedi tüccar. "Tesadüf eseri ben gelmeden önce kısa bir süre önce şiddetli bir sel vurmuş köyü. Köyün tek hanının üst katındaki iki oda kurtulmuştu sadece. O odalara çıktığımda küçük bir ahşap masa üzerinde yarım kalmış bir stranç oyunu gördüm...Ben nedense yarıda kalan oyunu öylecene hiç bozmadan saklamak için aşağıdan aldığım henüz ıslak çamurla birlikte dikkatle bir kutuya koydum. Çamur defne ve yanmış ip kokuyordu, değişik bir topraktı. Bitmeyen oyunu olduğu gibi korumak istemiştim nedense..."
Dikkatle dinleyen genç ince uzun parmağı ile gri kumlu toprağın üzerine hafifçe dokundu;yavaşça bastırarak kazır gibi, okşar gibi parmak uçlarını gezdirdi eski çamurda. Çok ince çatlaklara temas etti ince derisi. Tırnakları ile yavaşça kazımaya başladı toprağı. Kısa bir süre sonra parmak uçlarında küçük altından yıldız parçaları ile 2 satranç şahının taşı belirmeye başladı. Hititli tüccarın gözlerinin içi gülüyordu, gencin ise sadece dudakları...



15 Nisan'da yolculuğa çıkmadan önce bilemezdim, Selevkos Krallığı'nın en yaşlı ve de en az tanınan iki bilgesinin, başrahibin emri ile Keanenli bir prense hediye edecekleri stranç takımını kurup oynadıkları sırada başlarına gelenleri, torbadan çıkan bir parşömen mektuptan öğreneceğimi... Halbuki yatağın üzerindeki yığını valize koymadan önce tuvalet aynasının karşısında kendime baktıktan sonra içeri girmiştim ve aldığım makasla arkaya rastgele elimle topladığım saçlarımı kesmiştim. Ve sonra hep yanımda duran denizkabuğumu valizden çıkardığımın üzerinden çok geçmemişti.
Yolculuğumu bitirip eve dönmeden önce bütün yolculuğum sırasında tuttuğum defterimi, ağaçlarımın kesilmiş olduklarını görmemin ardından yakmıştım. Halbuki bunun da üzerinde çok geçmemişti.

Fakat Kaunos antik kentinin merdivenlerinde çıkarken gördüğüm ve yanıma aldığım nesneyi, bugün bulduğumun ve ne anlama geldiğini anlamamın üzerinden sanki asırlar geçmişti.
Bir iskambil kağıdı...Üzerinde 8 rakamı olan bir iskambil kağıdının masada kalan son kağıt olacağını tahmin edemezdim. İşte ben de o yüzden; Hititli tüccar gibi bitmeyen oyunu korumak istediğimden ağzımdan sadece "peki" çıkıyor gidenin ardından duyacağım kapanan kapı sesinden önce...

Peki... öyleyse kesilen ağaçlarım ve yaktığım defterimden geriye saralım filmi...